HÜKÜMET VE YÖK
< - Geri Dön Eklenen Yorumlar Yorum Ekle 

HÜKÜMET VE YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU (YÖK)

                                                                         Durmuş Yılmaz

 

            Türkiye'de, özellikle 1950 yılından itibaren, hükümetlerle en çok çatışan kurum üniversiteler olmuştur. Başka bir ifadeyle, siyasal otoriteye baş eğmeyen ve hükümetlerin popülist uygulamalarına karşı çıkan kuruluşların başında üniversiteler gelmektedir. Hatta hükümet darbeleri zamanında üniversiteler başlıca hedef haline gelmiştir. 1960'da "147'ler Olayı", 1980'de "1402'likler" meşhurdur. AKP  Hükümeti de kurulduğu gün, - tabir yerindeyse, üniversitelere savaş açmıştır.  Zira seçim zamanında İmam-Hatip, Türban vs  konularını çok istismar etmişler ve halka yapamayacakları işlerin sözlerini vemişlerdir. Şimdi iktidarların son 6 ayına geldiler, fakat o sözleri yerine getiremediler. İşte bu psikoloji içinde  Üniversite veya YÖK sözü geçti mi Başbakan kontrolü kaybediyor ve  etrafı kırıp döküyor.

            Mesele, yeni üniversite açmaktan veya  ülkenin doktor açığını kapatacak yeni  Tıp Fakültesi açmaktan çıktı. Güya hükümet açığı kapatmak için daha fazla üniversite ve fakülte açmayı istiyormuş da YÖK buna karşı çıkıyormuş!

            Anayasa'nın 130 ve 131. maddeleri Yüksek Öğretimin planlama, yönetim ve organizasyonunu Yüksek Öğretim Kurulu'na (YÖK)  vermiştir. Fakat herkes biliyor ki, hükümet  bu alana sık sık müdahale ediyor. Hatırlanacağı gibi son olarak 15 yeni üniversite açıldı. 2 seneye yakın bir zaman geçti. Hâlâ rektörleri atanamadı. Zira, hükümet, rektör atamasına müdahale etmek istiyor. Hatta bu konuda mahkeme kararını bile dinlemiyor. Bütün bunlar ortada dururken  YÖK'ü yeni üniversite ve fakülte açmamakla suçluyor. Konuyu bütünüyle ele aldığımızda  hükümetin asıl amacının yeni üniversiteler veya fakülteler açarak ülkenin bu alandaki sorunlarına çözüm üretmek olmayıp, bir yerinden üniversitelere girmek ve popülizmini uygulamak olduğunu anlıyoruz.

            Üniversite ihtiyacı meselesine gelince:  Bu gün ülkemizde  devlet ve vakıf üniversitesi olarak 88  üniversite vardır. 7 tane de Kıbrıs'da vardır. Toplam 95  üniversite. Bu sayının Türkiye'nin ihtiyacını karşılamadığını söyleyenlere şunu sormak lazım: Türkiye'de hangi meslek dalında üniversite mezunu elemana ihtiyaç var? Her halde  doktor, diyeceklerdir. Bir soru daha: Konya'da sağlık ocaklarındaki doktor sayısı ne kadardır, Van'da ne kadardır? Hemen görülecektir ki,  problem sayıdan çok dağılımdadır. Eğer hükümet bazı illerimize, hatta bazı illerimiz içinde bazı ilçe ve beldelerimize doktor gönderemiyorsa bu her halde YÖK'ün sorunu değildir.

YÖK de kendini savunurken öğretim üyesi eksikliğinden ve hükümetin kadro vermediğinden yakınıyor. Üniversitenin içinden birisi olarak bu yakınmanın haklılığını biliyorum. Örnek: Selçuk üniversitesi Türkiye'nin büyük 3 üniversitesinden biridir. 80 binden fazla öğrencisi 2500 civarında ( asistandan profesöre kadar) öğretim elemanı vardır. Şimdi dikkatinizi çekiyorum: Bu 2500 öğretim elemanının içinde yalnızca 1 tane  ( yazıyla da bir tane) Coğrafya profesörü vardır. Genel bakıldığında öğretim elemanı çok gibi görünür, fakat üniversite ihtisas alanıdır. Burada  ihtisasa yani branşa bakılır. Bu gözle bakıldığında öğretim üyesi yeterli midir değil midir?. Öğretim üyesinin kaynağı olan Araştırma Görevliliğinde de durum aynıdır. 1000  civarında öğrencisi olan bölümlerde 2 veya 3 tane  Araştırma Görevlisi vardır. Bir Araştırma Görevlisi ortalama 8 senede öğretim üyesi (Yardımcı Doçent) olabilmektedir. Mesela, Tıp Fakültesinde bir Araştırma Grevlisinin  en az 4 sene sürecek asistanlık döneminde haftanın 3 gününü  tam gün nöbeti ile hastanede çalışarak geçirdiğini düşünecek olursak öğretim üyesinin  hangi zorluklarla yetiştiğini anlamış oluruz. Bu gün 10 öğretim üyesi çalışan bölümlerimizde 2 veya 3 Araştırma grevlisi vardır. Yani bölümlerimizin geleceği karanlıktır.  Bütün bunlar elbette hükümetin kadro tahsisi ve öğretim üyeliğini cazip hale getirecek tedbirler alması ile düzelmiş olacaktır. Araştırma Görevlilerinin maaşları, öğretmen maaşının bile altındadır. Öğretim üyelerinin maaşları da, o ünvanı elde edinceye kadar çekilen emeğin karşılığı değildir.

                Mevlâna yılında bulunuyoruz. Öyleyse son sözü  Hazrete bırakalım: Emirlerin (Yöneticiler) en iyisi âlimleri ziyaret edendir. Âlimlerin en kötüsü emirleri ziyaret edendir. (FÎHİ MAFİH, s. 3). Eğer hükümet (Emirler) iyi yönetici olmak istiyorlarsa  üniversiteye saygı göstermek zorundadırlar. Onlara danışmak zorundadırlar. İlime savaş açarak kimse bir yere varamaz. Onun yol göstericiliğine herkesin ihtiyacı vardır. En başta da hükümetin, yani Başbakan'ın.

< - Geri Dön

ÖZ GEÇMİŞ
İLETİŞİM
ZİYARETÇİ DEFTERİ
DİĞER BAĞLANTILAR
ANASAYFA
Vefat ve Teşekkür
GERİ DÖN
Ziyaretçiler
Toplam :   1989484
Bugün :   3
Aktif :   3

Örnek Köy


Anasayfa | Makalelerim | Kitaplarım | Güncel | Anketler | Yazılarım | Tartışalım | İletişim | Ziyaretçi Defteri | Öz Geçmiş

Web Tasarım: www.linearyazilim.com