ANAYASA MAHKEMESİ NİÇİN VARDIR?
< - Geri Dön Eklenen Yorumlar Yorum Ekle 

ANAYASA MAHKEMESİ NİÇİN VARDIR?

 

Prof. Dr. Durmuş Yılmaz

 

Anayasa mahkemesi, TBMM’nin Şubat 2008 tarihinde Anayasa’nın  10.ve 42. Maddelerinde , üniversitede okuyan kız öğrencilerin başlarını örtmelerine  izin verecek şekilde yaptığı değişikliği  CHP’nin  müracaatı üzerine  5 Haziran 2008 tarihinde  tümüyle iptal etti. İptal gerekçesini de  yine Anayasa’nın 2.,4., ve 148. Maddelerine dayandırarak verdiğini açıkladı.  -Tabir yerindeyse- Türkiye’de kıyamet koptu. Yetkili- yetkisiz, bilgili-bilgisiz, ilgili-ilgisiz  herkes  görüş açıklama yarışına girdi. Bu kampanyaya yandaş medya (!) ekranlarını ve sayfalarını açınca  her şey birbirine karıştı. Gazete sayfalarında ve TV  ekranlarında “Anayasa mahkemesi üyelerinin yargılanmasını isteyenlerden tutun da mahkemenin kapatılmasını isteyenlere kadar her görüş açıklanıyor, her düşünce dile getiriliyor.

 Biz bu tartışmaya bilimin sınırları içinde kalarak ve işi baştan ele alarak katılmak düşüncesindeyiz. 27 Mayıs 1960 Hükümet Darbesi tecrübesi yaşandıktan sonra, devletin organ ve kurumlarını yeniden organize edenler, hazırlattırdıkları  Anayasa ile (1961 Anayasası)çok önemli iki  yenilik getirmişlerdir. Bunlardan birisi Cumhuriyet Senatosu’nun kurulması, diğeri de Anayasa mahkemesinin kurulmasıdır. Her ikisinin de kurulmasının ana sebebi, teferruatı bir tarafa bırakırsak,  parlamenter demokratik sistemin daha düzenli işlemesini sağlamaktır. Başka bir ifadeyle Yasama organı olan Meclis’in bu faaliyetini sürdürürken,   yani yasalar, taslak veya tekliften itibaren kesinleşerek Yasa haline gelinceye kadar,  her yönüyle ve boyutuyla incelenmeli, tartışılmalı ve tam olarak olgunlaştıktan sonra  Yasa haline gelmeliydi. Yasama organı (TBMM), Meclisde siyasal çoğunluğu elinde bulunduran grupların  popülist veya başkaca menfaatlerine hizmet etmemeliydi. Gerçi,Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri olan Atatürk İlke ve İnkılâpları ile “Devrim kanunları”  olarak anılan  bazı yasalar Anayasa’nın değişmez ve değiştirilemez hükümleri içine alınarak korunmuştu.  Buna rağmen  TBMM’nin yasama faaliyetinin bağımsız yargının bir çeşit denetimi sayılabilecek bir düzenleme ile Anayasa mahkemesi’nin kontrolüne verilmesi kabul edilmiş ve bu görevi yerine getirmek için de  Anayasa mahkemesi kurulmuştu. 1961 Anayasasının 147. Maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görev ve Yetkilerini düzenlerken “Anayasa mahkemesi kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüklerinin  anayasaya uygunluğunu denetler  demektedir.  1982 Anayasasının  148. Maddesinde de bu görev tanımı aynen korunarak “Anayasa mahkemesi kanunların, Kanun Hükmünde Kararnamelerin, ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler…” demektedir.   Görüldüğü gibi 1961 yılından bu yana TBMM’nin yasama faaliyeti ve kabul ettiği yasalar Anayasa mahkemesinin denetimine tâbidir. Gerek 1961 Anayasası ve gerekse 1982 Anayasası halk oyuna sunulmuş ve çok yüksek oylarla kabul edilmişlerdir ( 1961 Anayasası % 62; 1982 Anayasası (%92).                  Diğer taraftan yine 1961 yılından bu yana  bütün seçimler Yargı denetiminde yapılmaktadır. Seçim zamanlarında ayrca Adalet, İç İşleri ve Ulaştırma bakanları da görevlerinden ayrılarak  yerlerini tarafsız (partisiz) bakanlara bırakmaktadırlar. Şimdi bu kısa hatırlatmalardan bir sonuca gelecek olursak, Türkiye’de seçimlerin yapılışından itibaren Yasama ve Yürütme’nin bütün faaliyetleri Anayasa’nın öngördüğü hükümler içinde Yargı’nın denetimine tabidir. Yargı denetim faaliyetini yine Anayasada tanımlanan görev ve yetki dahilinde yapmaktadır. Bağımsızlığı da yine aynı anayasanın 138. Maddesinde açıkça yazılmıştır. Şimdi soralım:  Anayasa’nın 148. Maddesi ile, Anayasa mahkemesi’nin, TBMM’nin kabul ettiği yasaları denetlemesine  itirazı olmayanlar, acaba kararlar kendi isteklerine uygun değildir diye mi itiraz ediyorlar?  Başka bir ifadeyle, Anayasa Mahkemesi’nin, Meclis’i n kabul ettiği yasaları denetlemesini “Millet Egemenliği”ne aykırı bulmuyorlar  fakat  mahkemenin kararı menfaat veya isteklerine ters düşünce aykırı buluyorlar. Eğer şu son olayda Anayasa mahkemesi, değişikliği onaylasa yani CHP’nin itirazını ret etmiş olsaydı, o zaman egemenlik yargıçların olmayacak, milletin olacaktı. Aksi olunca millet egemenliği yok oldu! Bu mantık bütünüyle tutarsız ve  temelsizdir.

                Sonuç: Demokrasinin alfabesi “Kuvvetler Ayrılığı”  ilkesidir. Bu esasta  Yasama, Yürütme, Yargı olmak üzere üç kuvvettir.  Türkiye’de  Yasama hiçbir zaman Yürütme’den ayrılamamıştır.  İzahını daha önceki yazılarımda yaptım. Kısaca tekrar edeyim: Bizim sistemimizde Yürütmenin başı olan Başbakan aynı zamanda çoğunluk partisinin  (İktidar partisi) genel başkanı olduğu için ve milletvekili adaylarını da doğrudan kendisi belirlediği için meclisin üzerinde mutlak bir hakimiyet sahibi olmaktadır.  Bu itibarla Yasama Organı Başbakan’ın (Yürütme Organı) kontrol ve denetimi altındadır ve asla ona karşı faaliyet yürütemez. Böyle olunca bizde Kuvvetler Ayrılığı sadece  Yargı’nın diğer birleşik kuvvetten (Yürütme ve Yasama) ayrılığı şeklinde olmuştur. Fakat  bu da ülkemizde tam olarak sindirilememiş ve  kamuoyu sürekli yargının  diğer kuvvetlerden ayrı ve bazen de onlara karşı tutum ve davranışından şikayet etmektedir.   Oysa bu ayrılık ve aykırılık demokrasinin bir gereğidir. Aksi olursa, yani Yargı da diğer kuvvetlerin emrine girerse asıl o zaman  tehlike var demektir. Fakat kim anlaya kim dinleye!

 

< - Geri Dön

ÖZ GEÇMİŞ
İLETİŞİM
ZİYARETÇİ DEFTERİ
DİĞER BAĞLANTILAR
ANASAYFA
Vefat ve Teşekkür
GERİ DÖN
Ziyaretçiler
Toplam :   1989480
Bugün :   6
Aktif :   6

Örnek Köy


Anasayfa | Makalelerim | Kitaplarım | Güncel | Anketler | Yazılarım | Tartışalım | İletişim | Ziyaretçi Defteri | Öz Geçmiş

Web Tasarım: www.linearyazilim.com