BENİM ANNEM
Bugün “Anneler Günü”. Ben de başta kayınvalidem, eşim, kızım olmak üzere, bütün annelerin, “Anneler Günü”nü kutladıktan sonra kendi annemi yazmak istiyorum. Ben annemi 12 yıl önce, 14 Kasım 1999 tarihinde kaybettim. Ben de 12 yıldan bu yana “Ög”süzüm. Annem vefat ettiğinde 80 yaşındaydı. Ömrünün büyük bir bölümünü Kara Çadırda (Yörük Çadırı) yaşayarak geçirmiş, 12 çocuğu ( 9 Erkek 3 Kız) sağlıklı bir şekilde doğurmuş, büyütmüş , meslek sahibi yapmış ve sonuncusu hariç hepsini evlendirmiş ve nihayet 41 (Kırkbir) torunu ile 9 torun çocuğunu görmüş bir anne idi. Annem hiç okula gitmemişti, okuryazarlığı da yoktu. Günümüzden 60 yıl kadar geriye gittiğimizde köy çocuklarının okuma imkanları çok sınırlıydı. Fakat tıpkı babam gibi, annem de, çocuklarını okutmak ve vatana, millete, devlete hayırlı bir insan olmalarını sağlamak için hayatını vakfetmişti. İlk 3 çocuğu hariç diğerlerini okuttu. Çocuklarından 6 tanesi ( 3’ü profesör olarak) çeşitli dairelerde devlet memuru olarak hizmet etmektedirler. İki kız kardeşim zamanın şartları içinde tahsillerine devam edemediler. İlkokul mezunu olarak kaldılar. Hatta birisi ilkokulu bile tam okuyamadı. Annem bu çocuklarının daha ileri seviyede okuyamamış olmalarına çok üzülürdü. Biz liseyi bitirip üniversiteye gideceğimiz zaman Ankara, İstanbul gibi üniversite şehirlerine gider fakültelerin istediğimiz bölümlerine ön kayıt yaptırırdık. O zamanlar şimdiki gibi tercih sistemi yoktu. Ön kayıt yaptırır ve puanların hangi seviyeye kadar düştüğünü radyodan takip ederdik. Radyo da bu haberleri yalnızca saat 22.45’te Gece Bülteninde verirdi. Ağustos ayı ortalarından itibaren hemen hemen bütün lise mezunu öğrenciler- tabir yerindeyse- kulakları radyoda yaşarlardı. Biz de öyleydik. Fakat bu mevsim bizim gibi köy çocuklarının gece gündüz tarlalarda çalıştığı günlerdi. Çok yorgun olur ve eve geldiğimiz zaman uykudan başımızı kaldıramazdık. Yalnız 22.45’te radyoyu da muhakkak dinlememiz gerekirdi, zira kesin kayıtlar için süre birkaç gün olurdu. Kayıt süresini geçirirsek hakkımız kaybolurdu. Akşam eve geldiğimiz zaman hemen radyonun başına oturur dinlemeye başlardık ki çoğu zaman da uyuyakalırdık. Annem saati bilmezdi, fakat radyonun haber saatinin yaklaştığını bilir ve bizi uyandırırdı. Uyandığımızda gerçekten saatin 22.40 sularında olduğunu hayretle görürdük. Anneciğim, her halde anneliğin bir hasleti olsa gerek, saati bilmez fakat vakti bilirdi. O saate bakmadan da saati bilen bir anne idi. XXX XXX XXX Annem, 17 yaşında evlenmiş, çocukluk, gençlik ve orta yaş dönemini kışın Çukurova’da yazın Kayseri-Develi yaylarında geçirmiş bir Yörük kadını. Evinin bütün işleri yanında yüzlerce koyunun sağılması, sütlerinin, peynir, yağ, yoğurt gibi ürünlere dönüştürülmesi, bunların pazarlanacak hale getirilmesi vs…işlerini tek başına yapan bir kadın. Ve daha önemlisi her zaman küçük bir bebeği kucağında olan bir anne. 2 yaş arayla doğumları devam ediyor. O hayat şartlarında babamın işleri de çok yoğun. Alım satım işleri ile uğraşıyor. Sık sık şehre gidiyor, annem çoğu zaman küçük çocukları ile yalnız kalıyor. Çok sonraki yıllarda anneme komşularımız, tanıdıklarımız sohbet esnasında sorarlardı: “…Teyze yalnız kalmaktan korkmadın mı?” Annem cevap verirdi: Hayır, hiç korkmadım. Korkmazdım da. Gece olunca çocuğumu kucağıma alır, başımı ala çuvala dayar uyurdum. O çuvalda MUSHAF (Kur’an- Kerim) vardı. Hiçbir şeyden korkmazdım, derdi. Annem, namazına çok düşkündü. Hiç geçirmezdi. Çok zorlu günlük hayat şartlarında bile namazını geçirmediğini söylerdi. Namaz surelerini ve duaları çok az bilirdi. Çocukluk yıllarında Afgan Hoca diye bilinen bir hocadan ders almış ve birkaç sure ile birkaç duayı öğrenmişti. Onları da tam doğru okuyamazdı. Fakat bütün kalbiyle Allah’a inanır ve kusurlarını affetmesini; yanlışlarını doğruya, günahlarını sevaba çevirmesini dilerdi. Annem harama çok dikkat ederdi. Yüzlerce koyunu sağdığı zamanları anlatırken, “ ben koyunun yüzüne hiç bakmam, helkeyi (Süt Kabı) bir koyunun altından alır öbür koyunun altına koyarım. Eğer sürünün içinde bizim olmayan bir koyun varsa onun memesini elime aldığım anda yabancı olduğunu anlarım ve onu sağmam. Kendi sütlerimizin içine bir damla bile haram karıştırmadım…” diye anlatırdı. Bunu anlatırken de Aşık Hasan diye bilinen ünlü bir Yörük Hocasının verdiği nasihatlardan duyduğu bir sözü naklederdi. Aşık Hasan, gezici bir hocaydı. Yörük kadınlarına vaaz ederken dermiş ki, siz bir kazan sütün içine bir kaşık peynir mayası döküyorsunuz ertesi günü o bir kazan süt peynir oluyor, bir kaşık yoğurt mayası döküyorsunuz ertesi günü o bir kazan süt yoğurt oluyor. İşte haram da böyledir. Bir kazan sütün içine bir kaşık haram karıştırırsanız o sütün hepsi haram olur. Bu sözler annemi çok etkilemiş olmalı ki, annem harama çok dikkat ederdi. Sonraki yıllarda, Kadınhanı Örnekköy’e yerleşerek çiftçi olduğumuz zamanda da buğday, arpa, mercimek gibi ürünlerimizin içine bir tek tane bile yabancı ürün karışmamasına çok dikkat eder, biz çocuklarına bu yönde çok titiz olmamız gerektiğini sürekli tembih ederdi. Traktörümüzle veya kamyonumuzla başkasının ürünlerini taşırken bile boşaltılan römorkun ve kamyon kasasının içinin iyice süpürülmesini ve tanelerin başkalarının ürünleri ile karışmamasına dikkat etmemizi bize hep söylerdi. Annem disiplinli bir kadındı. Öyle zaman geldi ki, Örnekköy’deki evimiz çok kalabalıklaştı. Evli 3 ağabeyim ve onların da ikişer üçer çocukları olduğu halde biz bir avlu içinde merkezî bir hayat yaşardık. Köydeki evimizin etrafı tarım araç gereçleri yanında koyunculuk tesisleri ile dolmuştu. Evli olan ağabeylerimin çocukları ile beraber aile nüfusumuz neredeyse 20 kişiyi aşmıştı. Ağabeylerimin çocukları ile beraber yaşayabilecekleri küçük evleri vardı. Fakat evin idaresi annemin kontrolündeydi. Her sabah annem gelinleri (Yengelerim) ve kızları (Kız kardeşlerim) arasında iş bölümü ve görev taksimi yapar kendisi de – sanki amele çavuşu gibi- onların başında durur yapılan işleri denetlerdi. Biz evde olduğumuz zamanda annemin “ Ayşe…Fatma…Emine… Döndü…” diye yengelerimi ve kız kardeşlerimi çağırmasını ve görev taksimi yapmasını dün gibi hatırlıyorum. Annem iyi bir peynir ustasıydı. Kendi işlerinden başka komşularımızın kadınları da peynirlerinin derilere ( Peynir tulumu) basılması sırasında ( Peynirlerin hazırlanan derilere doldurulmasına “Peynir Basmak” denir) annemden yardım isterlerdi. Annem de kimseyi kırmaz ve komşularımıza yardım ederdi. Bizim köyün kadınları arasında bir de “Hurafe” inanç vardı. Yeni gelinler ve genç hamile kadınlar ( Yörükler hamileliğe “Yüklü” derler) bir ara gelerek annemin elinden su içerlerdi. Böylece onların da doğumlarını kolayca yapacaklarına ve sağlıklı bebekler doğuracaklarına inanılırdı. Annem kendisi de buna inanır ve sık sık elinden su içen kadınların doğum esnasında daha az sancı çektiklerini ve sağlıklı bebekler dünyaya getirdiklerini söylerdi. Biz bunları duyunca annemi uyarır ve “ …Anne böyle şey olmaz… Tıp ilminde böyle bir şey yok…vs. dediğimiz zaman annem bizi incitmeden cevaplar ve genellikle “ Siz bilmezsiniz…Siz kendi işinize bakın…” türünden sözlerle bizi savuştururdu. Benim annem, adı Fatma idi, eskiler onu “ Kocarı Teyze” veya “Kocarı Bacı” diye çağırılardı. Yörüklerde böyle bir isim vardır, çocuğu çok sever ve yeni evlenen akraba veya tanıdık kızlarına, kendi gelinlerine ve hatta tanışıp konuştuğu bütün genç kadınlara “ Aman çocuk ilacı yapmayın… Çok günahtır… Fakirlikten korkmayın…Onun rızkını Allah verir…Çocuk evin bereketidir…Evde altın toptur…gibi sözlerle nasihat ederdi. Hiç unutmuyorum, bir gün annem, bir akşamüzeri, yakın akrabalarımızdan birisinin evine uğrar. Kadınının şehre gitmek üzere hazırlık yapmakta olduğunu, valiz, çanta falan hazırladığını görür. Ne olduğunu sorar. Kadın ertesi gün Konya’ya gideceklerini, hastaneye yatacağını ve çok çocuğu olduğu için karnındaki bebeği aldıracağını, biraz da annemden korkarak anlatır. Annem kadını yakasından tutar ve “Sana hakkımı helal etmem, bu çocuğu doğuracaksın. Eğer bakamazsan bana getir, ben 12 çocuk büyüttüm, bunu da büyütürüm. Bu çocuğun alınmasına İzin vermem …gibi sözlerle kadını vaz geçirir. O çocuk doğdu. Adını İsmail koydular. İsmail Ateş. İsmail şimdi Kimya Öğretmeni. Bir lisede görev yapıyor. Annem sağlıklı bir hayat yaşadı. Vefaatından 2 sene öncesine kadar, çok ciddi bir hastalık geçirmedi. Son 2 senede giderek artan bir şuur kaybı yaşadı. Uzun süreli hastalığı hiç olmadı. 14 Kasım 1999 Pazar günü sabah saatlerinde vefat etti. Benim annem işte böyle bir kadındı. Şimdi Örnekköy mezarlığında sevgili babamla yan yana yatıyor. Ruhun şad olsun sevgili anneciğim. Nur içinde yat. 09.05.2011
|
|
||||||||||||||||||||||||||
|